Meksika’nın Kalbinde 3 Gün: Meksiko Şehri Gezi Notları

Ülkesiyle başkenti aynı isme sahip şehirden selamlar!

Bu seneki doğum günü seyahatimizi Meksika’da kutlamayı seçtikten sonra rotamızın ilk ayağı Meksiko Şehri idi ve burada geçirdiğimiz üç güne birçok şeyi sığdırdık.
Ama bu şehrin çok büyük olduğunu ve tadının damağımızda kaldığını söylemeden de geçmeyelim.

1. gün

Birimizin (Meriç) gece 03:00’te, diğerimizin (Sibel) ise sabah 07:00’de vardığı Meksiko Şehri Uluslararası Havalimanı’ndan (Aeropuerto Internacional de la Ciudad de México, AICM) otelimize ikimiz de ayrı ayrı geçtik – yol yorgunluğunu atabilmek ve sabahın bu saatlerinde sıcak ve güvenilir bir yere gidip dinlenebilmek için o geceyi de konaklamamıza eklemiştik.

Otelimiz Cadillac Hotel Boutique, merkeze yakın ve nispeten bütçeyi daha düşük tuttuğumuz bir oteldi. Çünkü esas bütçeyi Tulum’a ayırmıştık.
Biz bu otelden fiyat-performans açısından memnun kaldık. Aslında kahvaltı da dahildi ama kahvaltıya sadece bir fincan kahve ve bir küçük meyve tabağı dahilmiş – gidince gördük.
Onun dışında havaalanından ve şehrin diğer yerlerinden ulaşımı rahat ve caddede yürümesi de güvenliydi.Otelin ücretsiz havaalanı transferi vardı; gece 3’te vardığı için Meriç onu kullandı. Sibel ise Booking üzerinden daha uygun fiyata transfer ayarladı.

Otele girdiğimizde bizi Ölüler Günü süslemeleri karşıladı ve böylece yavaş yavaş Meksika havasını tatmaya başladık. 

Kahvaltımızı yapıp biraz dinlendikten sonra ilk hedefimiz olan Ulusal Antropoloji Müzesi’ne gittik. Ne kadar yol yorgunu olacağımızı tam kestiremediğimiz için ilk gün herhangi bir tur programına dahil olmak yerine kendi zamanlamamızda rahat rahat hareket etmek istedik. Şehir içi ulaşımda hep Uber kullandık; hem daha güvende hissettik, hem de uzun mesafelerde vakit kaybı yaşamadık. Fiyatı da oldukça uygundu.

Ulusal Antropoloji Müzesi, Meksika’nın yerli kültürlerini ve prehispanik uygarlıklarını sergileyen ülkenin en önemli müzesi. Avlusundaki simge haline gelmiş devasa taş şemsiye El Paraguas ve genel mimarisi gerçekten büyüleyici. Müzenin projesi ise Meksika’nın en ünlü mimarlarından Pedro Ramírez Vázquez’e ait.

El Paraguas

El Paraguas

Müzenin en popüler parçalarından biri ve bizi de en çok heyecanlandıran eser Aztek Güneş Taşı (Piedra del Sol) idi. 25 ton ağırlığındaki bu bazalt taş, Azteklerin evren anlayışını, zamanı ve dini inançlarını yansıtıyor. Aynı zamanda Aztek sanatının zirvesi olarak da kabul ediliyor.

‍ ‍ Piedra del Sol

Bizce mutlaka görülmesi gereken bu müzeye sabah 9 ile akşam 6 saatleri arasında dilediğiniz zaman gidebilir ve kapıdan 100 peso’ya bilet alıp direkt girebilirsiniz.

Müzeyi gezdikten sonra hediyelik eşya mağazasına uğrayıp sevdiklerimize küçük hediyeler aldık. Ardından müze içinde bulunan Sala Gastronómica adlı restoranda taco yeme serüvenimize başladık. Ortam, servis ve yemekler oldukça keyifliydi – kesinlikle tavsiye ederiz.

Buradan sonraki planımız ise Get Your Guide üzerinden aldığımız Xochimilco Boat Party turuna katılmaktı.
Xochimilco, Azteklerin kurduğu eski su yollarının günümüze ulaşan son kalıntısı olarak, Meksiko’nun tarihi ve kültürel mirasını canlı bir şekilde yaşatan bir bölge olarak biliniyor. Bizim planımız da bu su yollarında botlarla gezip tekila shot eşliğinde partilemekti, ancak evdeki hesap çarşıya uymadı.

Haritadan baktık ki Xochimilco, bulunduğumuz yere arabayla en az 1,5 saat uzaklıktaymış. Trafiği de düşününce yolda en az üç saat geçirecektik. Jet lag de iyice bastırınca bu planı maalesef iptal ettik. Normalde böyle hatalar yapmayız ve tüm mesafeleri önden hesaplar, planlamamızı ona göre yaparız ama bu sefer planlama ikimizin de yoğun olduğu bir döneme denk gelmişti, atlamışız.

Odamıza dönelim, biraz dinlenelim, sonra çıkar tekilamızı içeriz dedik. Ama tahmin edin n’oldu?

Odaya girmemizle birlikte azıcık kestirme planımız ertesi güne kadar sürdü. Hehe.
Jet lag bizi öyle vurmuştu ki gözümüzü açamadık.

2. gün

Meksiko şehrindeki 2. günümüzü ise Get Your Guide üzerinden aldığımız “Mexico City: Teotihuacan & Guadalupe Shrine” turuna ayırmıştık.
Sabah buluşma saatimiz 07:30’du ve otelimize 10 dakika yürüme mesafesinde bulunan Hostal Amigo’da grubun geri kalanıyla buluştuk.

Tur programımız şöyleydi:


Tlatelolco

İlk durağımız Tlatelolco oldu. Bu bölge hem Aztek uygarlığı hem de modern Meksika tarihi açısından oldukça önemli bir yer. Burada Aztek kalıntılarını, bir sömürge dönemi kilisesini ve modern binaları bir arada görmek mümkün – bu da adeta Meksika’nın üç tarihsel katmanını (Aztek, İspanyol, modern) simgeliyor.


Basilica of Our Lady of Guadalupe

İkinci durağımız Guadalupe Bazilikası. Burası Meksika’nın en kutsal yerlerinden biri. 1531’de Aziz Juan Diego’nun Meryem Ana’yı gördüğüne inanılan yerde inşa edilmiş. Meryem Ana’nın mucizevi izini taşıdığına inanılan pelerin (tilma) burada sergileniyor.

Tlacaelel Restoran ve Tekila Tadımı
Öğle yemeği için Tlacaelel Restoranı’na gittik. Öncesinde keyifli bir tekila tadımı ve ardından bölgeye has bir taş olan obsidyen atölyesi ziyareti vardı. Turumuzu öğle yemeği dahil almamıştık, bu yüzden orada kendimiz sipariş verdik. Bu arada küçük bir not: Meksika’daki porsiyonlar gerçekten çok büyük!

Teotihuacán
Tekilamızı içip yemeğimizi yedikten sonra asıl beklediğimiz son durağımıza geldik: Tanrıların doğduğu yer olarak kabul edilen Teotihuacán!

Girişte bizi çok mutlu eden bir detayla karşılaştık; Meksika ve Türk bayrakları bir tabela üstünde yan yana duruyordu ve altında da şöyle yazıyordu:
“Teotihuacán arkeolojik alanı görsel kimlik tasarımları ve bilgilendirme tabelaları Türkiye ve Meksika dostluğunun nişanesi olarak Türk işbirliği ve koordinasyon ajansı tarafından yenilenmiştir.”

Tabi biz bunu görünce bir mutlu olduk, bir keyiflendik sormayın. As bayrakları as as as durumu yaşadık resmen.

Antik şehrimize dönecek olursak, burası M.S. 1–7. yüzyıllar arasında Orta Amerika’nın en büyük kenti ve kültürel merkezi olarak kabul ediliyordu. Dönemin ileri mimarisini ve dini önemini gösteren ünlü Güneş Piramidi ve Ay Piramidi de burada bulunuyor. Ancak sadece Ay Piramidi’ne çıkabiliyorsunuz. Merdivenleri ise epey dik ama tepeye vardığınızda manzara enfes!

Tabi öğle sıcağında burayı gezmek biraz zorlasa da şapka, güneş kremi ve suyumuzu yanımızdan hiç eksik etmedik, siz de mutlaka hep yanınızda bulundurun.

Turumuzu tamamlayıp otobüsümüzle alındığımız noktaya bırakılacakken bazı yolların Ölüler Günü kutlaması için kapalı olduğunu gördük. Bu sebeple otobüsümüz bizi Juarez caddesinin başında bıraktı. Hem otelimize yürüyeceğimiz mesafeden hem de yürüyeceğimiz yolun güvenilirliğiyle ilgili bilgimiz olmadığından başta biraz tedirgin olsak da şehrin en büyük ve merkezi caddesi Paseo de la Reforma’ya bırakıldığımızı farkedip büyük caddede çılgın kalabalığın hazırlığını, insanların bazılarının makyaj yaptırıp aksesuarlar taktığını görüp onların heyecanına ortak olduk. Sonra da dedik ki iyi ki otobüs bizi burada bırakmış, yoksa buraları gezecek fırsatımız olmayacaktı.


Otelimize vardığımızda bu sefer birbirimize “uyumak yok” diyip söz verdik çünkü akşam yemeğimiz için Michelin yıldızlı Em Restoran’a epey önceden ön ödemeli rezervasyon yaptırmıştık.

Her seyahatimizde iyi bir restorana gidip doğum günü yemeğimizi daha özel bir yerde yemek isteriz ve bu sefer de bunu Şef Luis “Lucho” Martínez’in (IG tag), Meksika kökenli malzemeleri Japon mutfak teknikleriyle harmanlayarak çağdaş fine-dining yaklaşımı ile sunduğu 8 tabaklı tadım menüsünü deneyimleyerek yapmayı seçtik.

Restoran şehrin hareketli ve gastronomik açıdan canlı bir semti olan ve bizim de aşırı hoşumuza giden Roma Norte bölgesinde yer alıyor. Bir güzel hazırlandıktan sonra restoranımıza vardık ve son derece keyifli bir gece geçirdikten sonra yine Uber’le otelimize döndük.

3. gün

Başkentteki son günümüzün sabahını Frida Kahlo’nun şimdi müze olan evini ziyaret etmeye ayırdık. Seyahate çıkmadan önce web siteleri üzerinden ziyaret gününü ve saatini seçip biletimizi öyle almıştık: https://www.museofridakahlo.org.mx/visit/?lang=en
Önceden bileti almanızı tavsiye ederiz çünkü gittiğinizde uygun bir saate bilet bulamamanız mümkün. 

O sabah kahvaltımızı hemen civarında bulunan Dharana kafede yaptık. Ardından evin dışında bulunan sıraya girdik. Girişte uzunca bir kuyruk olsa da herkes rezervasyon saatine göre düzgün bir şekilde 15 dakika ara ile içeri alınıyordu. Siz de dışarıda uzun bir kuyruk görürseniz endişe etmeyin. 

Frida Kahlo müzesi, Meksiko şehrinin Coyoacán semtinde yer alan ve dış cephesindeki parlak mavi rengi nedeniyle “La Casa Azul (Mavi Ev)” adı ile de bilinen, ülkenin en ünlü sanatçılarından Frida Kahlo’nun doğduğu, yaşadığı ve öldüğü ev. Frida’yı da, evi de anlata anlata bitiremeyiz.

Meksiko şehrine gelmişken burayı gezmeden dönmeyin, çünkü burası sadece bir sanat galerisi değil; Frida’nın ruhunun, acısının ve yaratıcılığının hala hissedildiği yaşayan bir anı evi. 

Bu günün öğleden sonrasını ise dövüşe ayırdık! Yani aramızda böyle diyorduk :) Ne zaman dövüşe gideceğiz, dövüş nerdeydi gibi…

Esas adına gelirsek “Lucha Libre” yani Meksika güreşi. Başka bir adıyla serbest güreş. Lucha Libre, güreşenlerin (luchador’lar) renkli maskelerini taktığı ve yüksek tempoda dövüştükleri stilleri ile diyelim, Meksika kültürünün önemli bir eğlencesi haline gelmiş çok ünlü bir profesyonel güreş türü. 

Öncesinde Roma Norte tarafında yaklaşık 20 kişilik bir grupla bir barda buluşup önden lokal içki tadımı yapıp ardından çok iyi taco yapan bir yere gittik; ESCÁNDALO (Tacos y Mezcal). Burada harika tacolar yiyip yanında mezcal içtik.

Yeme içme işlemlerinden sonra yürüme mesafesinde bulunan ve bu sporun yapıldığı, şehrin en eski arenası Arena Mexico’nun yolunu tuttuk. İçeri girip yerimize oturduğumuzda ise ortam epey hareketli ve heyecanlıydı! Birbiri üstüne atlayan luchador’lar, salonu çoşturdukça çoşturuyordu. Bazen toplu şekilde tezahürat yapılıyor ve biz de katılıyorduk. Bir yandan eğlenip gülüyor, bir yandan dövüşmeyin guzum diye yorum yapıyorduk.

Salon çıkışı tüm grubun memnuniyeti ve böylesine bir kültürü yakından görmenin mutluluğu vardı. Şunu eklemeden de geçmeyelim, bu tura: yediğimiz tüm tacolar, alkollü ve alkolsüz içecekler ve etkinlik bileti dahildi. Yani sizin tek yapmanız gereken buluşma noktasında var olmanız.

Ama gün bizim için daha bitmemişti. O günün akşamında yapılacak Mega Procesión de las Catrinas, yani Ölüler Günü (Día de los Muertos) kutlamaları çerçevesinde düzenlenen büyük bir geçit törenini izlemek istiyorduk. Şanslıyız ki bu tören bizim olduğumuz noktadan 15 dakika yürüme mesafesindeydi.

Her yıl, Bağımsızlık Meleği Anıtı’nda (Ángel de la Independencia) başlayan bu geçit, Paseo de la Reforma caddesi üzerinden geçilerek Juárez caddesi üzerinden devam ediyor ve Zócalo Meydanında (Plaza de la Constitución) sona eriyormuş.

Biz de Paseo de la Reforma caddesi üzerinde denk gelip bu müthiş geçidi büyük bir dikkatle ve heyecanla izledik. Binlerce insan caddenin her iki tarafına yerleşmiş, La Catrina makyajıyla boyanıp, Viktoryen tarzda elbiseler giyen yüzlerce insanı bizim gibi seyrediyordu. Her grubun kendine özel elbisesi, makyajı, aksesuarları ve koreografisi vardı. Biz de bazı müziklere dans ederek eşlik ediyorduk.


Artık saat geç olmaya başlamıştı ve ertesi sabah erkenden Tulum’a doğru uçuşumuz olduğu için yavaş yavaş otelimize doğru yola koyulduk. Bu karmaşada elbette yolların hepsi kullanılamadığı için otele dönüşümüzde de yürümemiz gerekti. Yine ana yollardan yürüyerek otelimize rahatlıkla varabildik. Böylece Meksiko Şehri’nde dopdolu 3 gün geçirmiş olduk. Ve diyoruz ki buraya tekrar gelinir ve uzun uzun gezilir.

Tüm bu notlarda yer alan aktivitelerimizin detaylı yazılarını ve deneyimlerimizi de çok yakında paylaşacağız, takipte kalın. :)